İŞGAL - BÖLÜM I

5 yıl. Tamı tamına beş yıl olmuştu. Beş yıl önce bugün, son savunma birliği de düşmüş, dünya liderleri sürekli övündükleri sığınaklarında katledilmişlerdi. İçlerinde, azımsanamayacak kadar çok kişi barındıran bir grup, hiçbir şart sunmadan teslim olmuşlardı ve canlarının bağışlanmasını beklemişlerdi. Ancak bekledikleri gibi olmamış, kısa ve acısız bir ölümü tatmışlardı. Karşı gelmeye çalışan bazı liderler ise çatışma sırasında öldürülmüş, sessiz sedasız ne olacağını bekleyen ve içlerindeki pişmanlığın son bulmasını isteyenler ise serbest bırakılmıştı. Bunlar ise sığınaklarından çıktıktan sonra başıboş dolanmaya başlamış, yapabilecekleri hiçbir şeyin olmadığı bilinci ile ortadan kaybolmuşlardı. Liderlerin de düşmesi ile dünya halkı başıboş kalmış, kaderlerini kendilerini işgal etmekte olan tarafa bırakmışlardı.

İşgalciler kısa süre içerisinde dünyayı ele geçirmiş, kendi ekosistemlerini bir ay içerisinde kurmuş, dünyanın işgalden sonraki yeni yönetim şeklini bile oluşturmuşlardı. Aynı ayın sonunda dünyada konuşulan bütün dillere hakim olmuş, yaydıkları telepatik bir ağ ile kendilerini dinlemekte olan bütün insanlığa konuşmaları gereken dili de öğretmişlerdi. İnsanların yıllarca konuştukları dillerle ilgilenmemiş, ana dilini konuşan kişilere karşı bir yasa da çıkarmamışlardı. Fakat işgalciler resmi işlemlerin hepsinde kendi dillerinin kullanılmasını şart koşmuşlardı. Bunların haricinde işgal öncesinde insanlar nasıl yaşıyor ise onların yine aynı şekilde yaşamasına izin vermişlerdi. Kısa sürede gerçekleşen devasa teknolojik gelişmeler, gezegenin dört bir yanında işgalci kuvvet liderlerine ait heykeller ve her yerden görülebilen Ay büyüklüğündeki uzay gemisi haricinde.

Kısa süre içerisinde işgale uğrayan ve büyük kayıplar yaşayan insanlar, bu duruma kolay uyum sağlamıştı. Gezegenlerini işgal eden ve ailelerini katledenler artık onlara sempatik geliyor, onların kendilerine sunduğu teknolojik gelişmeleri sürekli övüyor, eski hayatlarının ne kadar boş olduğundan bahsedip duruyorlardı. Fakat aralarında rahatsızlık veren insanlar da bulunuyordu. Demir Yumruk, Özgürlük Savaşçıları, Tanrı'nın Adımları gibi takma isimler kullanan büyüklü küçüklü gruplar her fırsatta işgalci kuvvetlerle savaşıyorlardı. Bu gruplar kendilerini bir direnişin parçası olarak kabul ediyor ve bağımsızlıklarını bir gün ele geçireceklerinin hayallerini kuruyorlardı. Bir de Orta Yolcular diye tabir edilen ve sürekli aşağılık görülen insanlar da vardı ki onlar işgalcilerle ilgilenmiyor, direnişçiler ya da sempatizanlarla zaman geçirmiyorlardı. Sadece ömürlerini sakin bir şekilde tamamlamak ve hayat amaçlarını gerçekleştirmek için yaşıyorlardı. Çoğu zaman bu tarafsızlıkları onların başına bela açıyor ya sempatizanlardan ya da direnişçilerden şiddet görüyorlardı. 

İsteyerek ya da istemeyerek gezegendeki üretim ve tüketim dengesindeki çarkları da bu gruplar oluşturuyordu. Sempatizanlar çoğu zaman işgalcilerin oluşturduğu yeni iş kollarına katılıp orada varlıklarını sürdürüyorlardı. Direnişçiler ise gezegendeki her iş koluna karşı çıkıyor, özel ya da resmi kurum fark etmeksizin hiçbir yerde çalışmıyor, günlerce uğraşarak oluşturdukları sığınaklarda kendi ihtiyaçlarını üretiyorlardı. Çoğu zaman gerekli ham maddeleri ise farklı yollarla temin ediyorlardı.

Sempatizanlar ise işgalcilerin ortaya çıkardığı yeni maden türleri ve bunların işletmesinde çalışıyor, yüksek zeka ya da kavramaya sahip olanlar bu madenlerin herhangi bir alanda kullanımı için işliyor, en işe yaramaz olarak görülenler ise maden ocaklarında işçi olarak çalışıyordu. İki uç nokta içerisinde de bulunmayanlar ise çıkarılan madenlerin sayımı, lojistiği ve depolanması için emek sarf ediyordu.

Direnişçiler sığınaklarını işgalcilerden çaldıkları teknoloji ile koruyor ve işgalcilerden saklanmak için onların teknolojilerini onlara karşı kullanıyorlardı. Kadınlar ve kız çocukları yer altında yetişebilecek olan yiyecek üretiminde etkin rol oynuyor, erkekler ise silah, giyim ve korunma gibi şeyler için çalışıyorlardı. Direniş askerleri madenlerden işlenmiş haldeki cevherleri çalıyor, sığınaklarında bunları hemen hemen her şey için kullanıyorlardı.

Silahların mermi yatağı, namlusu ve mermileri gibi aksamları cevherlerden yapılırken, geri kalanı toprak, kil ve taşlardan oluşuyordu. Kıyafetler de aynı mantıkla dokunuyordu. Yer altında üretilen mantarların yarısı lif haline getiriliyor, liflerden örgüler örülüp ip oluşturuluyordu. Mantar ipleri cevher ile birlikte işlenip giyeceği dönüştürülüyordu. Ancak askerler herhangi bir cevher ve gerekli olan ham maddeler ile geri dönmezler ise direniş seferlerine daha sık çıkılıyordu. Eğer yine istenilen seviyeye ulaşmamış ise koruyucu kıyafetler parçalanıyor, o anda acil olan eşyaların üretiminde kullanılıyordu. Direnişçiler de işgalden sonra bu şekilde hayatta kalmaya çalışıyordu.

Bu iki uç da hayatlarını orta yolculara borçlulardı. İşgalden öncesindeki hayatlarını anımsatan bir çok olguyu yalnızca onlar sürdürüyordu. Bankalar, fabrikalar, tarlalar, dükkanlar... Her şey kaldığı yerden devam ediyordu ve bu sistemler onlarla ilerliyordu. 

Direnişçilerden biri aranmıyor ya da işgalciler tarafından tanınmıyor ise orta yolcular gibi bir hayat yaşayabiliyorlardı ya da sempatizanlardan biri işgalcilerin emirleri altında yaşamak istemez ise eski hayatına geri dönebiliyor ve kolaylıkla orta yolculardan biri olabiliyordu. 

İşgalden sonra oluşan yeni dünya düzeninde sistem insanların kolaylıkla fark edemediği bir şekilde saat gibi işliyordu. Direnişçiler orta yolculardan ya da başarabilirlerse sempatizanlardan çalıyor, işgalcilere daha fazla kendini sevdirmek, işgalcilerin oluşturdukları mesleklerde başarıya en hızlı ulaşmak isteyen sempatizanlar iş için orta yolculara gidiyordu. Orta yolcular, sempatizanlarla ya da direnişçilerle iş birliği yapmak istemeseler dahi hayatlarını devam ettirmek için onlara göz yummak zorunda kalıyorlardı. İşgalcilerin kendi alanlarına saldırmasını engellemek için sempatizanların ihtiyaçlarını karşılıyor, daha fazla şiddete ve tehdide maruz kalmamak için direnişçilerin illegal yöntemlerine zaman zaman izin veriyorlardı.

Orta yolcular her bir şehirde komün olarak yaşıyor, asla bir lider seçmiyorlardı. Sözcüleri dahi bulunmuyordu. Birlikte yaşıyor, birlikte hareket ediyor, işgalcileri ve tarafları görmezden geliyor, seslerini hep birlikte çıkarıyorlardı. Liderleri olmadığı için direnişçiler onlara asla ulaşamıyor, kendi yaşam biçimlerini kural olarak kabul ettikleri ve bu doğrultuda yaşadıkları için de sempatizanlar tarafından ilgi çekici görülmüyorlardı. 

İşgalin üzerinden bir yıldan fazla bir zaman geçmişti. İşgalciler bu süre zarfında gezegen üzerinde sadece askeri ve yönetim birlikleri bulunduruyorlardı. İnsanları ise yalnızca ilkel bir canlı olarak görüyorlar, teknolojileri ile onları geliştirmeye çalışıyorlardı. İnsanların hayvan olarak adlandırdıkları canlılara ise daha büyük bir saygı duyuyorlar ve onların doğal yaşamlarına asla müdahale etmiyorlardı. 

İşgalcilerin bu davranışları sadece bir yıl sürmüştü. Zaman içerisinde işgalciler, farklı durumlara ve olgulara çok çabuk adapte olabilen insan ırkı ile istemeden de olsa yakınlık kurabilmişlerdi. Genellikle basit işlerde görevlendirmeye çalıştıkları insanlarla diyalog kurmaya başlamış, dostluklar geliştirmişlerdi. Bu durum Dünya'nın uzaya açılmasına sebep olmuş, farklı ırklar Dünya'yı ziyaret etmeye başlamış, diğer ırklar işgal ettikleri başka gezegenlerin mensuplarını da yanlarında getirir olmuşlardı. Dünya'daki üç grubun dinamikleri de bu değişikliğe ayak uydurmakta geri kalmamışlardı. Sempatizanlar diğer ırkların sempatizanları ile kaynamış ve yeni bilgiler edinmişlerdi. Direnişçiler tutsak ve köle edilmiş farklı ırkların üyelerini kaçırıp himayelerine almışlardı. Orta yolcular ise kendi toplulukları gibi düşünen gruplarla bir araya gelerek var olan topluluklarını büyütmüşlerdi. Diğer ırkların gelişi, işgalcilerin insanlara yakın davranması ve teknolojik gelişmelerin hızlanması ise Dünya'yı ortak ziyaret alanı haline getirmişti. Her ırktan gelen bilgi, birikim ve teknoloji, Dünya Turizmi adı altında bir iş kolunu da ortaya çıkarmıştı. 

Yıkım ve katliamların üzerinden geçen beş yılın sonunda değişmeyen tek bir şey kalmıştı. İnsanlar uzaya çıkamamıştı. Dünya'yı ziyaret eden diğer ırklar gibi başka gezegenlerde bulunamamıştı. İşgalciler ya da ziyaretçiler hiçbir insanı Dünya dışına taşımaya çalışmamış, Dünya'ya kaçak yollardan giriş yapan farklı ırkların üyeleri bile insanları kaçırmayı denememişti. İnsan ırkının yaşamlarına dahil edilen en büyük yasak buydu. Hiçbir insan Dünya dışına çıkamazdı. Çıkarıldığı takdirde hoşgörü gösterilemezdi. Kaçmaya çalışan insan ya da kaçıran kişiler infaz edilir ve infaz edildiği yerde yavaşça mikronlarına ayrılırdı. 

En Derinlerdeki Yalnızlık

Beş yıl bir ay on iki gün önce ikinci savunma hattında bir asker bulunuyordu. Orta Avrupa’da bir cephenin gerisinde sayım görevlisi olarak çalışıyor, yeni gelecek askerlerin ya da mevcut askerlerin kıyafetlerinden yiyeceklerine kadar her şeyi not alıyor, bunu merkez karargâha bildiriyordu. Onlar da kendisine gerekli malzemeleri aynı gün içerisinde temin ediyordu. O ise gelen malzemeleri sayıp bunu dağıtıma gönderiyordu. Gün içerisinde yaptığı tek iş sadece buydu. Günün geri kalan zamanında oturup işgalcilerin neye benzediklerini dinliyor, savaşa katılsa işgalcileri nasıl öldüreceğine dair notlar alıyor, her bir sohbette işgalcilerin zayıf noktalarına dair ipuçları yakalamaya çalışıyordu. Birliğindekiler onunla dalga geçiyor, anladığı tek konunun sayım yapmak olduğundan bahsediyorlardı. Bir süredir arkadaşları olarak gördüğü bu kişilerden duyduğu cümleler onu incitmekten çok heyecanlandırıyor, bütün atış talimlerine katılıyor, en iyi skoru almak için gece gündüz çalışıyordu. Fakat istediği performansa bir türlü erişemiyor ya da bilerek eriştirilmiyordu. Birliğindeki hiç kimse sayım yapmak için gönüllü olmuyor, bunun yerine savaşmayı ve ölseler dahi özgürlük savaşçısı olarak anılmayı tercih ediyorlardı. Televizyon ve gazetelerde her gün yapılan propagandalar onları gaza getiriyor, sayım görevlisi gibi bir rütbe onlar için aşağılık bir pozisyon olarak görülüyordu. Ama o bunların hiçbirine aldırış etmiyor, kendisine olan güveninde azalmaya sebep olacak hiçbir şey düşünmüyordu. Kendine olan güvenini tek bir şey için yüksek tutuyordu; İşgalcilerin eşyaları! İşgalcilerin geri çekildiğini düşündükleri cepheleri her fırsatta gizlice geziyor, bulabildiği bütün uzaylı eşyasını çalıyor ve bundan kimseye en yakın gördüğü kişiye dahi söz etmiyordu.

Birliğe katıldığı zamandan bu yana kadar iki silah, beş adet çalıştırmakta sürekli güçlük çektiği ve anlamadığı işgalci cihazı ile üç tane de kıyafet çalmıştı. Kıyafetleri öldürülmüş ya da yaralanmış işgalcilerden almış, onları soyarken de vücutlarını en ince detayına kadar kontrol etmişti. Savaş alanında bulduğu üç adet işgalci cesedi vücutlarının farklı alanlarından darbe almıştı. Ancak bu alanlar insanlar için ölümcül sayılabilecek noktalardan çok uzaktaydı. İlk işgalci omzundan vurulmuştu ve kan diye adlandırılabilecek yoğun ve jelimsi bir maddeyi çokça kaybetmişti. Diğeri ahtapot dokunaçlarına benzeyen ve eli andıran kısımlardan darbe almıştı. Sonuncusu ise yüzünün bulunduğunu düşündüğü bir alandan hasar görmüştü. Ölmüş olan işgalcilerin fiziksel özelliklerinden yaralarına kadar not almış, sağlam olarak kurtarabildiği bütün kıyafetleri de çalıp kaçmıştı. İkinci savunma hattı düşene kadar sığınaklarındaki koğuşunda çaldıklarını incelemişti. Silah arkadaşlarının çoğu işgalciler tarafından yok edilince ve cephelerde geri çekilmek zorunda kaldıklarında yanına işgalcilerin eşyalarını da almış, komutanlarında bir şüphe uyandırmadan son savunma hattına kadar gelebilmişti.

Gökyüzünün direkt göründüğü her yerde işgalcilerin avantajlı olduklarını ikinci hat düştüğünde öğrenmişlerdi ve geri kalan bütün askeri birlikler yer altına indirilmişti. Savunma bakanlıkları ve askeri hiyerarşinin en üst düzey yöneticileri bunun daha avantajlı olduğunu düşünerek böyle bir hamlede bulunmuştu. Fakat son savunma hattı olarak kurulan yer altı sığınaklarının ve tünelleri de güvenli olmayacağını işgalcilerin ağır saldırıları ile öğrenmişlerdi. Terk edilen madenler, su kuyuları, obruklar ve yer altına inen ne kadar yapı varsa hepsi metrolara bağlanmıştı. Savunma hattında görev yapan bütün askerler seyahat olarak metroları kullanmaya başlamış, yeryüzüne çıkışlar için hiç beklenmedik delikleri tercih eder hale gelmişlerdi. İşgalcileri şaşırtmak ve iz bırakmamak için bu yöntemler kullanılmıştı. Ancak karşılaştırıldığı zaman karşılarında kendilerini bir maymun gibi hissettikleri teknoloji, bu yöntemlerin hepsini işlevsiz kılmıştı. 

Son hattın da düşmesine kısa bir süre kalmıştı. Birlikteki bütün askerler koğuşlarındaki kalabalığın giderek azalmasından, ranzaların giderek boşalmasından bunu anlamıştı. Komutanlar emir veremez hale gelmişti. Her gün feda edilen askerler için tutulan yas bir süre sonra hayatta kalabilen kişiler için yapılan kutlamalara dönüşmüştü. 

O ise yeryüzünde yaptığı görevini olabildiğince yer altında da yapmaya çalışıyordu. İkinci savunma hattında taşımayacağını düşündüğü yüklerle cephelerde koştururken, şimdi tünellerde birkaç şarjör taşımakla yetiniyordu. Yenildiklerini içten içte kendisi de biliyordu. Ama öğrenme azmini kaybetmiyordu. Tünellerde bir fare gibi dolaşıp karanlıklarda süzülürken dahi bir işgalci ile karşılaşmayı ümit ediyordu. Fakat hemen ardından karşılaşacağı işgalcinin de ölmüş olmasını diliyordu. Çünkü onu ne savaş, ne insanlık ne de özgürlük ilgilendiriyordu. O sadece öğrenmek istiyordu. Tanımak istiyordu. Bilmek istiyordu. İşgalcilerin nasıl bir kökeni olduğunu, nasıl geliştiklerini, nasıl beslendiklerini, teknolojide nasıl ilerlediklerini, nasıl ürediklerini, nasıl sevdiklerini kısacası onlar hakkında her şeyi görmek istiyordu. Silah arkadaşlarını kaybettiği gün de, ikinci savunma hattı düşerken komutanı gözlerinin önünde öldürüldüğü zaman da bu açlık onu yiyip bitiriyordu. Malzemeleri taşımayı bitirdiği günün ardından kullanılmayan bir metronun en son durağında sigara içerken de bu düşüncelerle boğuşuyordu.

İşgalciler ilk zamanlardaki gibi gece gündüz saldırmıyor, güneş battığı an geri çekiliyorlardı. İnsanlık ise güneşin batışı ile birlikte tek taraflı ateşkes ilan ediyordu. Kendilerini her koşulda ve durumda yok etmeyi başaran işgalcilerin geceleri saldırmayı bırakmasını bir nimet olarak görüyordu. Gecenin sessizliği çöktüğü zaman sokaklarda ya da tünellerin bilinmeyen noktalarında işgalci görünmüyor, bir ilçe nüfusu kadar kalmış olan askerler ise ölmedikleri için hayatta kaldıkları her gece topluca dua ediyorlardı. O ise güneşin doğuşuna kadar olan her saati yalnız başına geçirmeyi tercih ediyordu.

Askerlerin topluca dua ettiği günlerin birinde kendisine keşif görevi verilmişti ve tünellerin en tehlikeli bölgesine gönderilmişti. Artık savaşmak için bir sebebi kalmayan silah arkadaşlarının arkalarında bıraktığı silah ve cephanelerini toplayıp sığınaklara taşıması emredilmişti. Keşif sırasında gezmekte olduğu tünellerin birisinde iki işgalci fark edene kadar bunu saçma sapan bir görev olarak düşünmüştü. İşgalcilerden birinin yaralı olduğunu gördüğü zaman çalabileceği ve inceleyebileceği yeni teknolojik aletleri hayal etmişti. Önceki üç işgalciden kalan kıyafetlerle hiçbir şey yapamamıştı ve bu iki işgalcinin kıyafetlerini en az hasarla ele geçirmesi ile öğrenebileceği çok şey olabileceğini düşünmüştü. 

Tünelleri yavaşça geçerken işgalcilerden birinin toprak duvara yaslanmış olduğunu gördü. Diğeri yaralı halde olan arkadaşına dokunaçlarını uzattı ve tuttuğu cihaz ile onu incelemeye başladı. Gizlendiği yerden izlemekte olduğu işgalcilerine ne yaptıklarını anlamaya çalışsa da gördüğü hareketleri anlamlandıramadı. Sırtında asılı duran otomatik silahını ellerine aldı ve omzuna yaslayıp yavaşça yere çöktü ve bir süre bekledi. İşgalcilerin kendisini fark etmediğini anladığı zamanda da başka işgalcilerin dikkatini çekmemek ve tünelin de etkisi ile yayılan ses dalgasından dolayı sağır olmamak için hücum yeleğindeki susturucuyu çıkarıp sakince silahına taktı. Ölü bulduğu üç işgalcinin yaralandığı ve darbe aldığı noktaları aklından geçirdi. Günlerce ezberlemeye çalıştığı notlarına ve hiçbir zaman şüphe etmediği gözlemlerine güvenerek tetiğe asıldı. Yaralı olan işgalcinin kendince kafaları olarak düşündüğü elips şeklindeki en üst noktasından vurdu. Diğer işgalci yoktan var ettiği silahını ona doğru ateşlemek üzere iken tekrar tetiğe asıldı ve işgalcinin dokunaçlarını parçaladı. İki işgalcinin de birkaç saniyelik çırpınmasından ve inlemesinden sonra yere yığılıp kaldıklarını fark etti. Onların yanına ağır adımlarla ilerledi ve silahı ile onları dürterek kontrol etti. Tehlikenin geçtiğini anladığı anda silahını tekrardan omzuna astı ve işgalcilerin yanına çömeldi. İşgalcilerle karşılaştığı her bir an soğuk kanlılığını korumaya çalışmıştı ama içerisindeki heyecanı çok zor bastırmıştı. Çömeldiği yerde cansız bedenlere bakarken fark etti içinde yaşadıklarını.

Derin derin nefes alarak elini hücum yeleğine götürdü ve şarjör bulunması gereken sol üst cepten bir paket sigara çıkarıp yaktı. Bir işgalciyi öldürmeyi başarabilmiş her silah arkadaşı gibi davranmak istemiş ve öldürdüğü yaratıklara bakarak havalı bir şekilde sigara içmek istemişti. Ancak her nefes çekişinde içindeki bir şeyler kayıp gitmişti. Düşman olarak görmesine rağmen iki canlının hayatını elinden almıştı. Onların hayallerini, yaşadıklarını ya da yaşayacaklarını bir küçük mermi ile sona erdirmişti. Talimlerdeki gibi olmuyormuş gerçek savaş diye geçirdi içinden. Arkadaşlarının ölmesi ya da işgalcilerin öldürülmesi önemli olmamıştı onun için. Sadece seyirci olduğu için basit bir tiyatro gibi görünmüştü her şey gözüne bu zamana kadar. Öldürdüğü işgalcilere bakarken acımasız gerçekle yüzleştiğini fark etti. İçine daldığı düşüncelerinden onu uyandıran ise parmağını yakan sigarası oldu.

Öldürdüğü işgalcilerin silahlarını, kıyafetlerini ve aletlerini çalmış sığınağa dönmüştü. Yaşadığı hiçbir şeyi ne arkadaşlarına ne de komutanlarına söylememişti. Bütün bir birlik yat emri gelince koğuş benzeri mağaralarına tıkılmış o da sayım yaptığı tüneline geçmişti. Herkesten sakladığı eşyaları ranzasının altından çıkarmış ve güneş doğana kadar onları incelemişti. Gecenin ilerleyen saatlerinde işgalcilerin silahının çalışma prensibini çözmüştü. Kendisine saldırmak üzere olan işgalcinin, silahı yoktan var ettiğini düşünmüştü. Silahın üzerindeki dokunmatik hologram ekranları karıştırdığı zaman silahın düzeneği de kendi kendine açığa çıkmıştı. Silah hologramın üzerindeki emirler ile büyüyüp küçülmüştü. Küçüldüğü zaman ise parmağına takabileceği bir yüzük haline gelmişti. Bu durum ise onu kendinden geçirmiş, daracık tünel içerisinde yeni öğrendiği ve hayretler içerisinde kaldığı bu bilgi yüzünden çığlık atmak istemişti. Ancak sığınağa dönüş yolunda giymek zorunda kaldığı kıyafetleri düşününce bu durumdan vazgeçmişti. Sığınağa girene kadar içinde doğru düzgün hareket edemediği kıyafetleri, sığınakta dolaşırken hissetmediğini o anda fark etmişti. İşgalcilerin kıyafetlerini saklamak için, onların üzerine giydiği kamuflajları çıkardığında da ikinci bir heyecan dalgası vücudunu sarmıştı. İlk fark ettiği şey kıyafetin şekil değiştirmesi olmuştu. İşgalcilerin dokunaçlarını koruyan ve birliğindeki kişiler tarafından fark edilmesin diye beline sardığı silindir alanların hepsi yok olmuştu. Hepsi tek bir parça halinde vücudunu kaplayan mat siyah bir kumaş haline gelmişti. İşgalcilerin üzerinden çıkarırken parlak, sarımsı ve göz alan metal bir zırha benzeyen bu kıyafet, onun üzerinde basit bir termal tayt gibi durmuştu.

Komutanlarının tünellerde devriye gezmeye başladığını duyunca aletleri ve kıyafetlerin geri kalanını ranzasının altına sokuşturdu. Önüne boş mühimmat kasalarını da yerleştirip ranzanın alt kısmında bulunan yatağına uzandı. Yanı başındaki şarjlı lambasının düğmesine basıp odayı karanlığa boğdu. Koğuşunun kapısının altından gelen ince ve zar zor görülen ışık huzmesine bakarken bir yandan da yaşadıklarını düşündü. Bir an için kahraman olduğunu ve bütün dünyayı işgalden tek başına kurtarabileceğini kafasında canlandırdı. Bütün silah arkadaşlarının hatta en korkulan komutanlarının bile ona saygı ile baktığını, işgalcilerin ise kendisi önünde diz çöktüğünü hayal etti. Parmağındaki metalik yüzüğün kendi içindeki devinimi sırasında çevresine saçtığı minik ışıklara bakarak içten içe kurduğu bu evrenin hayalleri ile uykuya daldı. 

İşgalcilere karşı savaşan askerlerin sayısı azalmaya başlamış, tünellerde savaşarak işgalcilere sürpriz saldırılar yapma çabaları her seferinde sonuçsuz kalmıştı. Yer altında hayatta kalmaya çalışan birlikler eski tarz savunmaya geçmiş, tünelleri, yer altı geçitlerini ve metroyu hayatta kalabilmek için işgalcilere bırakmışlardı. 

Sayısız başarısızlığa ve saldırıya rağmen o hayatta kalmış, son hattın en son savunmasında savaşmaya çağrılmıştı. Silah arkadaşları hatta komutanları bile onun savaşacağına ihtimal vermemişti fakat sayısal üstünlük kurma planları sırasında onu da dahil etmişlerdi. Onun ilk defa savaşacağını düşündükleri için, komutanları onu bir yere çekip yaklaşık yirmi dakika nasihat vermişti. Kendisine yüklenen görev tanımı ise bundan daha kısa olmuştu. Tek görevinin ölmemek olduğunu ona her cümlede tekrarlamışlar, son savunmaya kadar dayanabilmiş birinin böylesi bir görevin üstesinden gelebileceğini söylemişlerdi. Aslında ona kapalı bir şekilde korkak olduğunu ima etmişlerdi. O ise her şeyi anlamasına rağmen aptal gibi davranmış, savaşacağı zaman için beklemeye başlamıştı.

Son savunma gününün ilk saatlerinde herkesten önce kalkmıştı. Silaha dönüşebilen yüzüğü parmağına geçirmiş, kamuflajları ile işgalcilerin zırhını gizlemişti. Çevresindeki herkesten daha çelimsiz ve işe yaramaz durmasına rağmen onlardan daha özgüvenli durmaya çalışmıştı. Kafasını çevirip yoldaşlarına baktığında, onların dua ettiğini, ağladığını, sesleri çıkmayanların ise sevdiklerinin ya da kaybettiklerinin fotoğraflarına bakıp iç çektiğini görmüştü. Koğuşunun camından dışarıya doğru şehrin kalıntılarına bakarken sevdiklerini düşünmüştü. Sevdiği kimse olmamıştı. Sevilen bir kişi olmayı da başaramamıştı. 

Son anlarına doğru yaklaştığını hissettiği o anlarda geçmişini düşünmüştü. Bir devlet hastanesinde doğmuş, terk edilmiş, yetimhanede dayakla büyümüş ve reşit olur olmaz kovulmuştu. İki yıl kadar birkaç işte çalışmış, kiler gibi bir eve maaşının yarısını aylarca kira olarak vermiş, yüzlerce küçük büyük travmasına rağmen çevre edinmeyi başarmış fakat hiçbir ilişkisinde başarılı olamamıştı. Yirmi yaşına gelince zorunlu askerlik görevini yerine getirmiş, terhis olunca yeni bir hayat kuracağına dair kendisine yemin etmişti. Birkaç yıl boyunca yeni hayatını kurma planlarını gerçekleştirmeye çalışsa da uzaylıların işgali bütün planlarını alt üst etmişti. Savaşın ilk anlarından itibaren birçok kez ölümü düşünmüştü. Yeni hayatının olmayacağına inancı artmıştı ve aslında var olmaması gereken bir kişinin yaşamasının da bir hata olduğunu kabullenmişti fakat işgalciler ve onların teknolojileri ile ilk defa karşılaştığında bu fikirlerin hepsi kafasından uçup gitmişti. İçinde bir yerde küçük bir merak tohumu filizlenmiş ve savaş boyunca içini kemirerek bütün vücudunu sarmıştı. Ülkelerin düşmesi, insanların ölümü, yoldaşlarının acizliği, komutanlarının özgüvensiz bağrışmaları ya da ölümün çok yakında olması ona önemsiz gelmeye başlamıştı. Bütün olumsuzluklara karşı onu ayakta tutan şey merakı olmuştu. Tek önemli şey buydu.

Biri işgalcilere ait olan iki askeri üniforma, ağzına kadar cephane dolu silahı ve doğru açıda saklanınca alyans gibi duran yüzüğü ile birlikte koğuşun koridorundan dışarıya baktı. Başına gelecek ya da gelme ihtimali olan her şeyin hayalini kurmaya çalışmak ona zevk verse de hiçbir zaman alışamadığı siren sesi, gerçeğin kendisini adım adım ona yaklaştırıyordu. Koğuşundan çıktı ve yağmurlu gökyüzüne baktı. Peşinden hantal adımlarla gelmekte olan yoldaşlarını düşündü. Son savunma hattında savaşacak kişilerin bir tanesi bile -kendisi de dahil- bu savaşı kazanamayacaklarını biliyorlardı. Daha ilk hat düştüğünde bunu fark etmişlerdi.

İlk savunma hattı en profesyonel birliklerden oluşturulmuştu. Her ülkenin en donanımlı askerleri sadece bu savunma için bir araya getirilmişti. Birçok hükumet bu birliklere fazla güvenmişti ve onlara bütün imkanları sağlamıştı. Fakat birliğin ömrü iki günden fazla olmamıştı. Cephanelerinin ise yalnızca dörtte birini kullanabilmişlerdi. İşgalciler onlara küçük bir şans bile tanımamış, bütün bir birliği ezip geçmişlerdi. Bir süre sonra birliklerin liderleri, emirlerindeki askerleri arka planda tutmaya çalışmışlar, uzaylıların uyguladıkları taktikleri öğrenmeyi denemişler ve zaman kazanmaya çalışmışlardı. Her geçtikleri yerlere tuzaklar yerleştirmişler, havadan ve karadan alabildikleri bütün destekleri almışlardı. Fakat işgalciler tuzakların hepsini yok etmiş, karadan ve havadan gelen bütün destekleri kesmişti. Köşeye sıkıştırdıkları ilk savunma hattı birliklerini de arkalarında iz bırakmayacak şekilde yer yüzünden silmişlerdi. 

İlk savunma hattı düştüğünde savaşın da bittiği anlaşılmıştı. Hiyerarşinin en tepesinden en aşağısına kadar her kesimden insan bunu fark etmişti. Yıllarca izledikleri filmler, oynadıkları oyunlar ya da okudukları kitapların verdiği koşullanma ile herkes savaşı kazanacağına, işgalcileri dünyadan süreceklerine inanmıştı. Ancak hiç düşündükleri gibi olmamıştı. İşgalciler çok az bir birlik ile yüzbinlerce insanı iki gün içerisinde yok etmişti. İnsanların uçaklarını, denizaltılarını, tanklarını ve nükleer başlıklarını dahi işlevsiz bırakmışlardı. İnsanlık ikinci savunma hattında işgalcilerle omuz omuza çarpışmanın daha etkili olduğunu, savaş sırasında onların kovandaki arılar gibi sistematik sıralandıklarını, birkaçının düşmesi ile koordinasyonlarının bozulduğunu ve yer altında birlikleri birbirinden ayırmanın daha kolay olduğunu fark etmişler fakat onda da oldukça geç kalmışlardı. İkinci savunma hattı da kısa sürede düşmüştü. 

Toz ve yağmurun depresif hissiyatını yaşarken ve komutanları onlara moral konuşması yaparken, içinde ve en derinlerde bir şey hissetti. Yoldaşlarına ve komutanına uzun uzun baktı. Hiçbirinin yaşama, ölme ya da savaşma inancı kalmamıştı. Her biri bu savaşın artık bitmesi gerektiğini düşünüyordu ya da o öyle hissediyordu. Her birinin yüzünde sadece bıkkınlık ifadesi bulunuyordu. Her biri her şeyin sona ermesini ve yaşadıkları bu azabın sona ermesi için dua ediyordu. O ise sadece merakından hayatta kalıyordu. Yaşayabileceği onlarca ihtimale olan merakından sonuna kadar gitmek istiyordu. 

Komutanının moral konuşmasını dinlemekten vazgeçti ve silahını sırtlayıp son savaşına doğru ilerledi. Arkasından edilen hakaretleri, bağırışları ya da tehditleri umursamadan yoluna devam etti. Kimseyi bekleme gibi bir isteği yoktu. Savunma hattının ilk gününden beri kendisini asker gibi hissetmemişti. Ne de olsa cılız bedeni ve çelimsiz hali ile geri hizmete verilmiş basit bir postaydı o. Ne kadar işe yarayabilirdi ki?


Yazarken arka planda çalıyordu; Myth & Roid - Voracity (Overlord)

Yazar: Ahmet T. Mengeş

Bilimkurgu ve Fantastik sever. Oyun bağımlısı. Vampir mitoloji gardiyanı. Garip ve bir o kadar da ukala. Amatör oyun geliştiricisi. Çok amatör.

Bütün hakları saklıdır © 2023 COGMAS.ONE

İletişim: info@cogmas.one